19 Ekim 2009 Pazartesi

OTOBÜS MACERASI :)


Merhabalar, Adana'ya sıcaklar yeniden geldi. Çok basık ve sıcak bir hava var. Yağmur öncesi sıcak derler buralarda buna. Ama yağmuru göremedik henüz.

Bugün maceralı bir otobüs yolculuğu geçirdim. Ne tuhaf insanlar var anlayamıyorum şu memlekette.

Derse gitmek için koştur koştur otobüse yetiştim bugün. Bindim boş neyseki. Otobüsün bir tarafı full güneş. Bir tarafı gölge. Otomatikmen her binen gölgeye oturuyor. Bende öyle yaptım. Sonra tabi gölge yerler doldu. Neyse bir kadın bindi. Bende o ara öğrencime vereceğim testlerimi ayarlıyorum.

O kadar insan varken bana demesinmi oraya ben oturabilirmiyim diye.Nasıl yani yaa. Kendi gölgeye oturacak beni güneşe oturtacak. Şaka gibi. Yaşlı desen değil. Neden dedim. Yaa güneşde orası dedi :)))

Eeee yanii ben mi güneşe oturacam dedim. Ahh bizahmet dedi. Yaa güldüm ne diyeceğimi şaşırdım. Dedim kadın çatlak sanırım. Neyse ben gülerek töbe töbe dedim hiç uğraşamam kalktım. Belki dedim hastadır falan. Sonra birbaktım ağzındada kocaman bir sakız. Aman tanrım nasıl çiğniyor. Ağzını bir karış açarak cakkıdı cakkıdı. Iyyyyy. Ben zaten hoşlanmam sakızdan. Birde öyle otobüste yani. Olacak şeymii... Otobüs sağa döndü sonra veeeee güneş o tarafa geçti. Yine gölgede kaldım kadın güneşte kaldıı :)))
Hayy Allah'ım içimden kıs kıs güldümm :)) Kadın bana bakıyor ama ben direk pencereden dışarı izledim. Ne saçma yaa. Utanmasa dicek yine yer değişelim. Gerçi utanmaz da neyse :))

Yolculuk uzun tabi. Sonra başka bir kadın ve çocuğu bindi otobüse. Arkama oturdular tam. Kadın ancak 3-4 yaşındaki oğluna otobüs numaralarını ezberletiyor.

Anne: Söyle bakalım 112 nerenin otobüsüydü.

Çocuk: Baycalı Haştanesi ( Aslında orası Balcalı Hastanesi. Anlayacağınız üzere çocuk daha konuşamıyor pek)

Anne: Bak gebertecem seni kaç kez söylicem yanlış. O otobüs orayamı gidiyordu.

Çocuk: Unuttumm

Anne:160 neresi peki.

Çocuk: Tamam orası Baycalı

Vsssss...

Ne garip dimi. Şaşkınlıkla kulak misafiri oldum. Yaa küçücük çocuk yaaaa. Başka şey öğret çocuğa. Birde öğretiş tarzına bakın yani.

Sonra indim otobüsten tabi. Dedim birgün boyunca inip binsem bu otobüslere ne maceralar yaşar insan :)

İlginç dimi...

Ne insanlar var :)))

SEVGİLER HERKESE...

15 Ekim 2009 Perşembe

GÜNLERİM NASIL GEÇİYOR...

Merhabalar, hafta sonuna doğru yorgunluk üzerime çökmüş durumda. İş yerine öğlen gidiyor olmam pek birşey değiştirmiyor. Yine çok yoruluyorum.
Bu aralar hayat koşuşturmacalı anlayacağınız. Akşam nasıl oluyor bilmiyorum. O yüzden blogumu ve sizleri çok ihmal ettim :((
Düzene oturtacam az kaldı.

Hafta içi iş yoğunluğunu, hafta sonu arkadaşlarla atıyoruz işte.

Geçen hafta çiğ köfte partisi yaptık. Süperdi. Çok yemişim sanırım. Ama çok güzel yaptı arkadaşlar ne yapayım :) İnsan o ortamda ne kadar yediğinin farkına varmıyor.
Böyle gırgır şamata güzel bir hafta sonu geçirdik.

İş yerimde kurucumuz o gün beni çağıttırdı. Dedim bir şey oldu sanırım. Kesin bir veli şikayet etti yada onun gibi bişi. Hayırlısı dedim girdim odasına.

Dedi ki kurucu senden çok memnunuz. Sen yarım gün gelmene rağmen sen tam kadrodasın artık. Buranın demirbaş öğretmenisin artık dedi :))
Güleryüzümden çok memnunlarmış. Veliler, öğrenciler beni çok tutmuş. Sen hep böyle güleryüzlü ol dedi.
Çok sevindim. İşte güleryüzlü olmanın ve birde işini iyi yapmanın neler yapabileceğini birkez daha gördüm.

Dün eski iş yerimdeki arkadaşlarım beni ziyarete gelmişler. Süpriz yaptılar. Çok sevindim. Derste tahta kalemimin mürekkebi bitince birara çıktım mürekkep almaya. Bir baktım süprizz beni bekliyorlar sekreterin odasında. 10 dk teneffüs arasında azda olsa sohbet ettik. Çünkü dün full dersim vardı.

KPSS çalışmaya henüz başlayamadım. Şu derslerimi bir düzene oturtursam iş yerinde inşallah başlayacağım.

Yazın olduğu gibi kitaplarımı son sürat okuyamıyorum. Ancak yatmadan okuyabiliyorum 30 dk falan. Okumadan asla uyuyamıyorum bu alışkanlık bende.
Şimdi Alacakaranlık serisinin 4. kitabı olan Şafak Vaktine başladım. Güzel gidiyor bakalım.


Benden şimdilik bu kadar, işe gitmeliyim.
Hepiniz sevgiyle kalın...

12 Ekim 2009 Pazartesi

SEVDİĞİNE DEĞER VERMEK...

ask3l.jpg
Sevdiğine değer vermek;

Nasıl desem ki, gözünü açarsın, karşında değildir.
Kapatırsın sımsıkı hemen karşına gelir.

Saçlarına dokunursun fırsat bu fırsat.


Böyle kanatlanır konar içine, kımıldayamazsın gitmesin diye.

Yakınındaysa misal, yaslar başını omzuna, robot olur kımıldayamazsın keyfi bozulmasın diye. Kımıldayamazsın yine.


Sevdiğine değer vermek ne saçma. Değer verdiğindir zira sevdiğin.

Ya da zaten sevdiğindir değer verdiğin.

Çok kızgınım der, özür dilersin kimin kızdırdığını bilmeden.
Zaten pek önemli de değildir.
Özür ister verirsin.

Üzgünüm der, dünya üzgündür o an.

Sevinçliyim der, kim üzgünse dövesin gelir.

Seni seviyorum der misal, kalbin bambu ağacı gibi büyür birden, sığımaz bedenine.
Sarılır yatarsın belki, yine robot olursun.
Kımıldamazsın uyanmasın diye.
Bütün bunlar değer verdiğin anlamına gelmez.
Çünkü aslında görevdir bir bakıma bunlar.

Tüm bunlardan aldığın zevkin oranıdır, verdiğin değer.


Uzaktadır misal...
Uyursun bir başına, ama aklındadır o, ayıp ama yanında yatırırsın bir şekilde. nasıl yattıysan öyle kalkarsın, her yerin uyuşmuş halde.
Özlemektir bu.

Tüm tutulmuş bedeninle mutluysan hala, o mutlulukla eşdeğerdir verdiğin değer...