26 Mayıs 2008 Pazartesi

Masallar


Daha uyanmamalıydık masallardan.
Ne zaman bitti o eşsiz ormanlar, yollar?
Ne zaman ayrıldı yolları şehzade ile ipek kızın?
Ve ne zaman vazgeçti yakışıklı prens yüzyıl uyuyan güzeli uyandırmaktan?
Ne zaman yoruldu Alâeddin lambasını ovmaktan?
İyilik perileri, sevimli cinler şimdi neredeler?
Daha uyanmamalıydık...
Masallar hep o renkte ve aynı inandırıcılıkta kalmalıydı kalbimizde.
Bir şey oldu, bir yerlerde.
Büyüdük mü küstük mü bir şeylere ne; i
nanmaz olduk masallara.
Dinlemez olduk ve anlatmadık bir daha.
Belki anlatılacak masalımız kalmadı, çabuk yordu hayat bizi.
Oysa ne güzeldi küllerinden yeniden doğan Anka kuşu, Kaf dağının ardındaki o gizemli ülke, lal bir oba uşağı ile güzeller güzeli bey kızının başkaldıran sevdası.
Nasıl özlüyoruz geçmişi...
Neden özler ki insan?
Hele birde mutsuz bir çocuksanız...
Çocuktuk çünkü.
İnanıyorduk.
Köprüler geçmemiş, aldatmamış, aldatılmamış, bedeller ödememiş, ayrılık ve hasret mektupları okumamıştık.
Ve dizlerimizi kanatmamıştı henüz hayat.
İnanıyorduk, duruyduk, saftık, çocuktuk.
Şimdi anlatacak bir masalımız bile yok, bir köşesine sığınacak...

24 Mayıs 2008 Cumartesi

YAŞLANINCA BEN- SOBE

Sevgili Arkadaşım Ferhanca beni sobelemiş. Teşekkür ederim öncelikle. Konumuz yaşlılıkta kendimiz.

Şöyle oturup bir düşündüm de ihtiyar bir ben :))))

En başta tek dileğim Allah kimseye muhtaç etmesin beni yaşlılığımda.

Şimdi çok fazla duygusal olduğumu düşünürsek yaşlanınca bu kat kat artacak sanırım.

Allah ömür verirse 70 yaşlarımda bile eşim olacak olan insanla ilk gün ki aşkı yaşıyor olmak isterdim.

Sadece bayramlarda, önemli günlerde değil her zaman hatırlanan biri olmak sanırım her yaşlı insanın en çok istediği şey. Çocuklarımın, torunlarımın her daim etrafımda olmaları bana çok huzur verirdi.

Ailemin o günlerimde de yanımda olmasını çok isterdim…

Şehir gürültüsünden uzak huzur dolu bir evde yaşamayı kim istemez dimi..

Hala şimdi ki gibi çok titiz olacağıma eminim :)))))

Kitap tutkumdan o yaşta da vazgeçeceğimi sanmıyorum. Daha fazla boş vaktim olacağını düşünürsem günün çoğunluğunda sallanan sandalyemde kitabımı okuyor olurum :)

Yaşlı insanlar genellikle evde evcil hayvan beslerler. Hiç beslemeyi düşünmüyorum evin içinde. Ama bahçeli bir evim olursa güzel bir köpeğim olsun isterdim ( Tabi kulübesinde yaşayacak, eve sokmam :) ))

Evde hayvan yerine mesela güzel çiçekler besleyebilirim…

Böyle şirin mi şirin yaşlı bir nine olurdum herhalde :))))

Bende sevgili arkadaşım, Aquamarine'yi sobeliyorum. Hadi Aqua'cım yaz hemen:)

SEVGİYLE KALIN…

21 Mayıs 2008 Çarşamba

YOGA

Bugün çok güzel bir gün geçirdim. Sabah dersim vardı. Malum yazılı haftası. Biraz yoğunum.
Sonra bilgisayar kursuna gittim. Devlete atanmam için devlet sertifika istiyor bilgisayar işletmeni olarak. Bu hafta sonu sınav var. Uğradım kursa bazı notların fotokopisini aldım. Felaket bir sıcak vardı burda. Resmen buharlaşacam sandım birara :)))

Kuzenim aradı illa bana gel dedi. Haftada 1-2 mutlaka görüşürüz kuzenimle. Kankamdır kendisi. Aynı yaştayız. Evli ve iki tane şirinmi şirin kızı var. Aralarında 2 yaş var kızlarının. Biri 2 biri 4 yaşında. Bugün yaramazlık yaptık kızlarla bayağı :))


Kuzenim yaklaşık 8-9 aydır Yoga derslerine gidiyor. Sürekli bana da diyor gel diye ama vakitleri uymuyor. Çok iyi geldiğini söylüyor hep. Aslında gerçekten gitsem mi diye düşünüyorum bazen.
İlla gel yapalım yoga bugün dedi :) Tamam dedim.
Ama ben konsatrede biraz zorluk çektim:))
Çok rahatlayacaksın ve seni bugün tüm sorunlardan uzaklaştıracam dedi.
Bir odaları var böyle sırf Yoga için düzenlemişler. Mumlar yaktı odanın heryerinde.

Bir sandalyeye oturttu beni. Ayaklarımı bir suya soktu özel bir tuz koydu içine. Ne işe yarıyor diye sormayın bilmiyorum :)
Avuçlarını aç gözlerini kapa ve beynindeki bütün düşünceleri at dedi. Başta gülüp durdum :)
Arkama geçti ve başka bir sandalyeye oturdu kendi. Arkamdan birşeyler yaptı. Göremedim tabi. Valla bir şey diyorlarmış bunun adına ama unuttum adını :) 30 dk ya yakın sürdü.

Ben avuç içlerimde öyle şeyler hissettim ki anlatamam. Çok güzeldi. Bütün düşüncelerden uzaklaştım sanki bir boşlukta dans ediyormuşsun gibi.
Çok rahatladım anlayacağınız. Gerçekten işe yarıyor bence.

Akşam üstü eve döndüm. Canım ablamla eniştem geldi. Seminer için bizim buraya gelmişken göreyim kardeşimi demiş.

Günüm bitti böylece işte.
SEVGİYLE,MUTLU VE HUZURLU KALIN HEPİNİZ...

20 Mayıs 2008 Salı

YİNE DÜĞÜN :)

Merhabalar, başlıktan da anladığınız gibi yine düğün vardı bu hafta sonu. Bu ay çok düğün var. Evlenen evlenene anlayacağınız :))

Bu hafta sonu canım kuzenimin düğünü vardı. Çok güzeldi herşey. Yine çiçeğinizin gözleri dolu dolu izledi gelinin salondan girişini.
Çok duygulanıyorum ben yaa ne yapayım :)
Çok mutlu görülüyordu kuzenim. Gelinliğiyle peri kızları gibiydi.

Düğün için çok şık bir elbise almıştım bende. O gecenin en şıklarındandım yani :)
Ayy ben süslenmesem de güzelim :))
Hatta düğün sonu gelinimiz kulağıma eğilip ne kadar şıksın sen böyle dedi :))


Düğün kır düğünüydü ve göl kenarındaydı. Meşhur Seyhan gölümüzüm kenarında şık bir salonun bahçesindeydi.
Düğün günü buralarda fena nem vardı. Gece sonunda gelinin dahil herkesin saçı yapıştı nemden :)

Bende kır düğünü çok istiyordum ama vazgeçtim sanırım bu yüzden :)
Fazla oynamadım düğünde ama kuzenlerimi kıramayıp biraz olsun kurtlarımı döktüm :)) Ben oynamayı pek sevmem aslında.

Yakışıklı yeğenlerimle bile oynadık. Bu yaşta oynamaya çok hevesliler bir göreseniz.
Dedim ki yeğenlerime biraz büyüyün de teyzenizi dansa kaldırın :))
Biz zaten büyüdük teyze dediler :)
Kocaman oldular maşallah. Ne çabuk geçti 7,5 yıl. Daha doğdukları gün dün gibi aklımda.

SİZLERE ÇOK GÜZEL BİR HAFTA DİLİYORUM.
SEVGİYLE KALIN...

17 Mayıs 2008 Cumartesi

UMUT IŞIĞIM SÖNME NE OLUR...

Kaçıp gitsem şimdi uzaklara. Hiç kimsenin olmadığı bir yere. Yalnızca ben. Götürmek istemiyorum düşüncelerimi de yanımda. Ama beni bırakmıyorlar ki.

Saatlerce sessizliği dinlesem. Gecenin o sessizliği huzur verir belki de...

Bunca zaman tuttuğum gözyaşlarımı birden bıraksam sonra hıçkırarak ağlasam.

Beni duyan olur mu dersiniz?

Şuan etrafımda bunca kalabalık varken kimse duymuyorsa, orada da kimse duymaz beni.

Etrafımda bunca insan varken beni kimse anlayamıyorsa orada da anlamazlar beni.

Belki ben bile anlamayacağım kendimi o sessizlikte. Kızacağım kendime gereksiz yere akıttığım gözyaşlarıma. Neden ağlıyorum diye soracağım kendime. Cevabını kendime bile veremeyeceğim belki de.

Ağladığım zaman aklıma hep bir söz gelir.

''Hiç kimse gözyaşlarını hak etmez, onlara layık olan kişi ise zaten seni ağlatmaz...''

Ne kadar doğru bir söz değil mi???

Ne yapacağımı bilmeden ilerlemek, istemek ama yapamamak... Neden içimden geleni yapamıyorum sanki.

Çok mu karamsarım dersiniz...

Beni mutlu eden şeyler de var elbet. Herzaman şükrediyorum bunlar için. Bu hafta beni çok mutlu eden şeyler olduğu kadar üzen şeylerde oldu. Dilerim yarıda kalmaz ve kaçmaz o küçük mutluluklarım. Büyüsün o küçücük umut ışığım.

Zaman diyorum sadece zaman...

İlaç ol bana zaman ne olur.

O içimde ki umut ışığım büyüsün artık...

14 Mayıs 2008 Çarşamba

Pardon Acaba Sizi Sevebilir miyim?

- Pardon!
- Acaba sizi sevebilir miyim?
- Neden?
- Neden olacak, korkuyorum!
- Korkuyor musun?
- Evet ya, korkuyorum.
- Çünkü seni seversem hemen huyun suyun değişecek.
Sende sevdiğim şeyler farklılaşacak.
Şımaracaksın.
Beğenmez olacaksın artık beni.
Çünkü ben artık muhtaç olmuş olacağım sana, senin gözünde.
Öyle değil mi?
Bilmez misin?
Muhtaç olmak acizliktir.
Şimdi seni sevdiğim için cezalandıracaksın beni biliyorum!
Hor göreceksin.
Bekleteceksin.
Aramayacaksın.
Menfaatlerin ön plana çıkacak.
Şayet menfaatlerini de sevmezsem beni sileceksin.
Yalan mı?
Sileceksin işte!
Sonra her gün benden azar azar uzaklaşacağını seyredip kahrolacağım.
Yahu ben bir seven'im.
Yani seni sevgimle onurlandırmış bir insan.
Dünyayı ayakta tutacak insan kudretinin adıdır sevgi...
Şimdi ben sevdim diye, bu kudrete ve cesarete sahip oldum diye sen beni nasıl ve ne hakla cezalandırabilirsin?
Aklım almıyor...
Zeka seviyem de...
İnsanlığım da...
Yüreğim de...
Yok! "Seni seviyorum" cümlesini çok sarf etme eskir!
Yok! Herkese "seni seviyorum" deme, sadece aşık olunca kullan!
Yok! "Seni seviyorum" demeden önce binbir hokkabazlık yap ve şirin görün ki sevdiğin sevildiği için kendini dev aynasında görmesin, onu inlet, süründür, aklını başına getirt, mahvet!
Neden?
Çünkü, bu makbul...
Kaç....
Sevsen de sevmesen de kaç!
Neden?
Çünkü kaçan kovalanır aptal!
Kaçan kovalanır...
İyi de, neden sevdiğim için kaçıyorum ki?
Ben kaçacak ne yaptım?
Kaçarak daha mı makbul olacağım?
Kaçarsam daha mı kıymetim anlaşılacak?
Sevmek utanç verici bir şey mi ki kaçmam gerek!
Anlayamıyorum...
Oysa ben zaten sevdiğimi severek devleştirmişimdir.
Onun dev aynasında kendisini yeniden devleşmesine ne gerek var ki?
Bir görebilse benim gözlerimle kendini, eminim kıskanacaktır bendeki kendisini...
Yok ama yok!
Bilmez sevgililer sevilmenin eşsizliğini, bilmez...
Ondandır bol keseden sevgiyi böyle tüketişleri...
Ben hiç şımarmayan, değişmeyen, yozlaşmayan, uçup gitmeyen, tükenmeyen Sevgi görmedim.
Artık cenaze törenleri iki türlü yapılmalı.
Biri bedenler için, Diğeri zorla öldürülen sevgiler için!...
Ne demiş Yılmaz Erdoğan, " Ben senin beni sevebilme ihtimalini sevdim"...
Anlayın artık varlıkları değil, ihtimalleri sever olduk...
Neden?
Çünkü ihtimaller hayallerimizdir.
Sevmekse hayatın bir gerçeği.
Hayallerimizde sevgilimiz hiç değişmez.
Hatta "seni seviyorum" dedikçe ya gözleriyle, ya elleriyle ya da tatlı diliyle " beni sevdiğin için teşekkür ederim aşkım " der...
Teşekkür etmek!
Beni sevdiğin için...
Evet ya...
Bir onurdur, bir ödüldür, bir şerefdir sevmek ve sevilmek.
Özgürlüğümüzdür...
Cesaretimizdir...
İnsanlığımızdır.
Ayrıcalığımızdır...
Ama ne yazık ki birde bütün bunları farkında olamayışımızdır sevmek...
Korkuyorum...
Hep sevdiğim için cezalandırıldım.
Artık "seni seviyorum" derken bana tuhaf tuhaf bakmayacak varlıkları daha çok sevmeye niyetliyim...
Bir çiçek gibi...
Bir hayvan gibi...
Bir dağ manzarası gibi...
Bir su damlacığı gibi...
Bir küçük tomurcuk gibi henüz doğmakta olan...
Çünkü hepsinin insanlarda var olan bir büyük silahtan arındırılmışlığı var.
Yani dilleri yok, dilleri!
Konuşamazlar...
Sadece dinlerler...
Sevginizi anlayarak hissederek dinlerler.
Onlara "Pardon! Acaba sizi sevebilir miyim? " demeniz gerekmez.
Direkt söylersiniz sevginizi hesapsızca, umarsızca...
Saymadan...
Ve sevgimi ifade edecek her türlü çılgınlığı hesapsızca yapmak istiyorum.
Gurur denilen sözcüğü sözlüklerden çıkartmak, sevdiğim için sevilerek ödüllendirilmek istiyorum...

Pardon sizi sevebilir miyim?

12 Mayıs 2008 Pazartesi

DÖNDÜM :)

En başta beni merak eden canım dostlarım. Sizleri çok seviyorum.
Sonunda döndüm :)
Cuma günü sabahtan yazlık eve gittik ailemle. 4 gün dinlendim. Biraz kafa dinlemeye çok ihtiyacım vardı. Çok sessizdi oralar. Anlayacağınız tüm stresimi denize attım geldim.

Bol bol yürüyüş yaptım sahilde. Bizim sitenin kedilerini besledim bol bol :) Aslında kedileri pek sevmem.
Ama işte uzaktan uzağa :)
Yeni resim çekemedim ama eski çektiğim resimi ekliyorum... Bunu eklememiştim önceden.Balkondan bir pisi pisi diye seslendim mi balkonun altında en az 10 kedi birikiyor :) Aynı resimdeki gibi geliyorlar balkon altına :)

Aç oluyorlar kışın. Yaz ayında site kalabalıkken hiç yüz vermezler :) O zaman tok oluyorlar çünkü.

Sessizlik ne kadar güzel birşey. Özlemişim. Bir de bol bol ders çalıştım, kitap okudum. İyi oldu.
Cuma günü akşamı kuzenim telaşla beni aradı. Yeni haberler verdi bana. Birden karışık olan kafamda netleşmeler oldu ve düşündüm ki
Tanrım bize ne kadar ömür biçti bilinmez. Bu günleri karamsarlıkla geçirmemek gerek...
Cumartesi hava çok bozdu ve tüm gün yağmur yağdı. Yaz geldi derken birden hava soğudu ve biz yeniden yazlık kıyafetlerden kışlıklara döndük :)
İnce ince yağan yağmur çok güzel di.
Cumartesi akşamı canım ablamlar geldi. Ablamları da, yeğenlerimi de çok özlemişim.
Pazar sabahı uyandığım da hava çok güzeldi.
Bol bol yürüdüm o gün. Ve yeniden yaz gelmiş gibi ısındı hava. Anlayacağınız birkaç mevsimi birden yaşıyoruz burada...

Bugün de döndüm işte :) Kısa bir tatil yaptım diyelim.
Hepinizin iyi bir hafta geçirmesini dilerim.
SEVGİYLE KALIN...

7 Mayıs 2008 Çarşamba

Ağladığımı Kimseye Söyleme Anne...

Ağladığımı kimseye söyleme anne
Onlar ,onlar beni güçlü biliyor
Onlar beni en zor günümde bile ayakta biliyor
Ben aslında gülerek geçirdiğim her günün akşamı evde ağlarken
Onlar benim içimin sızladığını yüreğimin yandığını bilmiyor...

Ağladığımı kimseye söyleme anne
Onlar beni kral biliyor
Onlar beni,kızdım mı dünyayı yakacak biliyor
Ben aslında onun gözlerine bakmaya bile kıyamaz iken
Onlar benim biri uğruna üzüleceğimi tahmin bile etmiyor...

Ağladığımı kimseye söyleme anne
Onlar beni ağlamaz biliyor
Onlar beni üzüldüm mü bulunduğum şehri bulutlar kaplar biliyor

Ben aslında odama kapanıp sitem duygusuyla bir köşeye sinerken
Onlar benim hiçbir şeyin sarsacağını akıllarının uçlarından bile geçirmiyorlar...

Ağladığımı kimseye söyleme anne
Onlar bunu hiç bilmiyor
Onlar için ben en sağlam köprülerden daha sıkı bağlıyımdır hayata.

Ben aslında ölümle yaşam arasındaki ince çizgide
Bir o yana bir bu yana giderken
Onlar hala benim için hayatın büyük bir hayal kırıklığı olduğunu bilmiyor

Bilmiyorlar be anne...

Not: Başta annem ve ablam olmak üzere, tüm annelerin anneler gününü şimdiden kutluyorum.

SEVGİYLE KALIN...

6 Mayıs 2008 Salı

NE YARIN NE DE DÜN...

Çok zaman önceydi. O kadar zaman önceydi ki zaman diye bir şey yoktu.
İnsanlar güneş doğup batıncaya kadar yaşıyorlardı hayatı.
Bir daha hiç olmayacakmış gibi dolu ve anlamlı.
Derken zaman diye üç parçalı bir şey icat etti insan.
Bir parçasına dün dedi, diğer parcasına bugün, öteki parçasına da yarın.
Sonra fesat karıştı zamana ve insan bugünü unuttu.
Dünü düsünüp pişman oldu, yarını düşünüp telaşlandı; ama işin ilginç tarafı tüm telaş ve pişmanlıkları güneş doğup batıncaya kadar yaşadı.

Farkında olmadan rezil etti bu gününü.
Oysa yarın, bugüne dün diyor, dünde bu gün için yarın diyordu.
Bir türlü beceremedi. Bir eliyle yarına, diğer eliyle düne yapıştı.
Bu günü eline yüzüne bulaştırdı... Mutsuz oldu insan.
Ve ne gariptir ki yarının telaşı da, dünün pişmanlığını da hep bugün yaşadı; ama bugünü hiç yaşayamadı.

Ne yarın ne de dün!

4 Mayıs 2008 Pazar

SOBE ( Bizi Etkileyen 3 Kadın)

Sevgili Ben Deniz beni sobelemiş,teşekkür ediyorum.
Uzun oldu yazmadım. Biran önce yaz diye şikayet aldım ve oturdum bilgisayar başına :)
Konu;yakınlarımız dışında bizi etkileyen üç kadın...






TÜRKAN ŞORAY

Defalarca izlesem de ben Türkan Şoray'ın eski filmlerinden bıkmıyorum :)

Eski filmler bir başka güzel. Filme başladığında sonunu tahmin etsen bile :))

28 Haziran 1945'de İstanbul’da doğdu. Toplam 204 filmde oynamış. Yememiş içmememiş aynı anda 3-4 filmi bir arada yürütmüş herhalde. Tebrikler valla. Şimdilerde 1 filmi zar zor yapıp sonra da bittik öldük yorulduk diyenlere duyrulur yaniii... :)))

Türkan Şoray kanunları ile meşhudur. İşte o kanunlar:)

Şoray Kanunları

1)
Türkan Şoray film senaryolarını film çekim tarihinden en az bir ay önce beğenir.

2) Türkan Şoray, Senaryoyu beğenmediği takdirde yeni senaryo verilecektir.

3) Her senaryoda beğendi mutabakatı şarttır.
4) Filmde öpüşme ve açık sahneden olmayacaktır.

5) Filmdeki modern giysiler Türkan Şoray’a tarihsel olanlar ise şirkete aittir.

6) Film çekimi İstanbul dahili olup Türkan Şoray İstanbul dışına çıkamaz.

7) Çalışma saatleri sabah 8 ile akşam 19 arasıdır.
8) Pazar günleri Türkan Şoray çalışmaz.
9) Türkan Şoray adı jenerik, afiş ilan ve sinema fenerlerinde başta ve tek olarak yazılacaktır.

10) Filmin her oynadığı yerde 9. madde uygulanacaktır.

11) Filmlerin seslendirilmesinde Türkan Şoray’ın sesi için kendi mutabakatı şarttır.

12) Şirket filmi kendi hesabına çeker. Eğer başka şirketle ortak ortak yapıma gidilirse Türkan Şoray’ın mutabakatı şarttır.

13) Film renkli ise Türkan Şoray’ın mutabakatı ile çekim günleri uzayabilir.

14) Çekilecek filmin rejisörü ve baş erkek oyuncusu için Türkan Şoray’ın mutabakatı şarttır.
15) Bu şartlara riayet etmeyen film şirketi 100 bin lira ödemeyi taahhüt eder.

16) İhtilaf vukuunda merci mahkemeleri İstanbul mahkemeleridir.

17) Türkan Şoray şirketlerden film başına 60 bin lira alır.

18) Türkan Şoray mecburi gecikmeleri 10 günden fazla beklemez.


JULİA ROBERTS

Ben bu kadına hayranım. En başta oyunculuğuna ve filmlerine bayılırım. Çok seçici ve güzel rolleri var. Çok hoş kadın da yani değil mi:)




Gerçek Adı: Julie Fiona Roberts
Doğum Yeri: Smyrna, GA
Doğum Tarihi: 28.10.1967
Boy : 1.75 m
Takma Adı : Jules
Onu Ünlü Yapan Ne? İlk başrolü olan Mystic Pizza'daki rolü (1988)
Eşi: Daniel Moder, kameraman; 2002'de evlendiler
Eğitim:Campbell Lisesi, Smyrna, Georgia, 1985'te mezun oldu





MARİE CRUİE

Nobel ödülü alan ilk fizikçi kadın Marie Cruie. Bende onun gibi ünlü bir fizikçi olmak isterdim:))

Polonya asıllı Fransız fizikçi. 1903 Nobel Fizik ödülü, 1911 Nobel Kimya ödülü sahibi bilim kadını. Radyoloji biliminin kurucusu.

Marie, 1903 yılında doktorasını vererek Fransa'da gelişmiş bilim alanında doktora unvanı alan ilk kadın oldu. Aynı yıl kocası ve Becquerel ile paylaştığı Nobel Fizik Ödülü'nü alarak, tarihte Nobel Ödülü alan ilk kadın oldu.







Bende sevgili dostlarım Elçinceyi, Lola'yı ve Mutlu ve Umutlu'mu sobeliyorum :)
Kolay gelsin sizlere.
SEVGİYLE KALIN...