30 Aralık 2007 Pazar

MUTLU YILLAR...

2007 kimimiz için iyi kimimiz için kötü geçti. Ben 2007'de çok olumlu şeyler yaşamadım. Çok gözyaşı döktüm. Çoğu zaman hayal kırıklığına uğradım. Sanırım herkesi kendim gibi zannettiğim için. İş hayatım biraz dalgalanmalı geçti. En yakın dostum dediğim insanlar hiç ummadığım şekilde güvenimi kaybettiler. Bunun yanında şen kahkahalarımda oldu, çok mutlu olduğum zamanlar da oldu. Hayatıma renk katan ailem hep yanımdaydı. Bana hep destek çıktılar zor anlarımda. Duygusal anlamda hep yalnızdım. Ama 2007 sonu bu yalnızlığım bitti.
2008 için birçok dileğim var tabi hepiniz gibi. Benim küçücük şeylerden bile mutluluk duyabilen bir yapım var. O yüzden çabuk mutlu olabilen bir insanım. Umarım 2008 bana birçok mutluluk getirir.

Geleceğinizi oluşturacak her yeni günün bir önceki günden daha güzel, isteklerinize uygun ve sizi daha da mutlu etmesi dileğiyle. Yeni Yılın; Türkiye için umutlu, bereketli, 2007'de yaşanan tüm olumsuzlukların tersinin yaşanacağı bir yıl olmasını dilerim... Nice Yıllara... Mutlu Yıllar hepinize!

27 Aralık 2007 Perşembe

''HAYATIMI ANLAMLI KILAN 7 ŞEY''

Canım arkadaşım Renklerciğim, beni sobelemiş. Konu çok güzel ama çok da düşündürücü.
"Hayatımı Anlamlı Kılan 7 şey"

1. AİLEM: Onlarsız bir yaşam düşünemiyorumÇok büyük bir aile değiliz biz. Annem, babam ve ablam ve ben. Ablamın evlenmesiyle 3 kişi daha katıldı ailemize. Eniştem ve tatlı 2 tane yeğenim. Biz birbirine bağlı bir aileyiz. Annem ve ablamla arkadaş gibiyimdir. İlerde ben evlenince biraz daha genişleyecek bu ailemiz:) Ailemi çok seviyorum...

2. AŞKIM: Aşk bulunması çok zor birşey. Ve insan aşkı bulduğundaymetini bilmeli. Tabi karşılıklı olarak. Karşılıklı olmadıkça aşk acıdır sanırım. Umarım herşey dilediğim gibi olur ve aşk hayatımın en anlamlılarından olur bir ömür boyu...

3. SAĞLIK: Sağlık olmadığı sürece hayatta ne paranın, ne gezmenin, ne öğrenemenin keyfi olur diye düşünüyorum. Sağlık hayatımızın en önemli parçalarından biri.

4. İŞİM: İnsanın kendi ayakları üzerinde durması kadar güzel ne olabilir? Hele ki işinden kazandığın ilk maaşın sevinci. İnsan sevdiği işi yapmalı. Ben mesleğimi çok seviyorum. Zevklede yapıyorum işimi. Ama bazen devletin mesleğim için önüme koyduğu engeller canımı çok sıkıyor. Umarım kısa zamanda bu engelleri aşarım...

5. HAYALLERİM VE UMUTLARIM: İnsan hayalleri ve umutları olmadan nasıl yaşar ki. Söyleyin bana kaçımız hayal kurmadan durabiliriz. Yada kaçımız umut etmeden yaşayabilir. Hayatımızın rengidir hayallerimiz. Her zaman her hayalimiz ve umudumuz gerçek olmasada yine de hayal etmek ve umut etmek güzel.

6. DOSTLARIM: Dostluk üzerine Can Dündar'ın bir yazısı var. Çok güzel anlatmış hayatta dostluğun ne kadar önemli olduğunu...

Saate bakmaksızın kapısını çalabileceği bir dostu olmalı insanın... "Nereden çıktın bu vakitte" dememeli, bir gece yarısı telaşla yataktanrladığında;"Gözünün dilini" bilmeli; dinlemeli sormadan, söylemeden anlamalı... Arka bahçede varlığını sezdirmeden, mütemadiyen dikilen vefalı bir ağaç gibi köklenmeli hayatında; sen, her daim onun orada durduğunu hissetmelisin. ihtiyaç duyduğunda gidip müşfik gövdesine yaslanabilmeli, kovuklarına saklanabilmelisin. Kucaklamalı seni güvenli kolları,... dalları bitkin başına omuz, yaprakları kanayan ruhuna merhem olmalı... Sırlarını verebilmeli, en derin yaralarını ıp gösterebilmelisin; gölgesinde serinlemelisin sorgusuz sualsiz... Onca dalkavuk arasında bir tek o, sözünü eğip bükmeden söylemeli, yanlış anlaşılmayacağını bilmeli. Alkışlandığında değil sadece, asıl yuhalandığında yanında durup koluna girebilmeli. Övmeli alem içinde, baş başayken sövmeli ve sen öyle güvenmelisin ki ona, övdüğünde de sövdüğünde de bunun iyilikten olduğunu bilmelisin, "hak ettim" diyebilmelisin. Teklifsiz kefili olmalı hatalarının; günahlarının yegane şahidi... Seni senden iyi bilen, sana senden çok güvenen birrdaş... Gözbebekleri bulutlandığında yaklaşan fırtınayı sezebilmelisin. Ve sen ağladığında, onun gözünden gelmeli yaş...

7. GEZMEK, ÖĞRENMEK, OKUMAK : Okumak benim en büyük zevklerimden biri. Okumayı çok seviyorum. Kitap okumak beni bambaşka dünyalara götürür herzaman. Gezmek, yeni yerler görmek ne kadar güzel şey. Şuan pek gezemiyorum ama:)

************************

Hayat Seçimlerden İbarettir

Hayat:
Çetele tutmak değildir.
Seni kaç kişinin aradığı, kiminle çıktığın, çıkıyor olduğun veya çıkacağın demek de değildir.
Kimi öptüğün, hangi sporu yaptığın veya kimlerin seni sevdiği de değildir.
Hayat ayakkabıların, saçın, derinin rengi değildir.
Nerede yaşadığın veya hangi okula gittiğinde değildir.
Aslında hayat, notlar, para, giysiler, girmeyi başardığın yada başaramadığın okullar, işler de değildir...

Hayat:
Kimi sevdiğin ve kimi incittiğindir...
Kendin için neler hissettiğindir...
Güven, mutluluk ve şefkattir...
Arkadaşlarına destek olmak ve nefretin yerine sevgiyi koymaktır...
Hayatskançlığı yenmek, önemsemeyi öğrenmek ve güven geliştirmektir...
Ne dediğin ve ne demek istediğindir...
İnsanların sahip olduklarını değil, kendilerini olduğu gibi görmektir...
Her şeyden önemlisi, hayatı, başkalarının hayatını olumlu yönde etkilemek için kullanmayı seçmektir...
İşte hayat bu şeçim den ibarettir...

***********************

Bende Mutlu Umutlumu ve İncegülülümü sobeliyorum:) SEVGİYLE KALIN...

26 Aralık 2007 Çarşamba

KABADAYI...


Bayramın son günü 'Kabadayı' filmine gittik.

Filmin konusuna fazla girmeyeceğim. İzlemeyenler olabilir. Ama film güzeldi. Oyuncular müthiş zaten.

Şener Şen'nin tartışılmaz oyuncuğu mükemmeldi. Kenan İmirzalıoğlu da çok güzel oynamış ama tam bir psikopat rolünü üstlenmiş. Filmi izleyenler Sürmeli'yi de bilirler zaten. O da bayağı komikti yani. Tavsiye ederim arkadaşlar. Fragmanını izlemek isteyenler için;

Sevgiyle ve mutlu kalın...

18 Aralık 2007 Salı

KURBAN BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN...

Dostluğu, sevgiyi ve geleceği... Aşımızı, ekmeğimizi, soframızı... Hüznümüzü, acımızı, yalnızlığımızı paylaştığımız; birlik ve beraberliğimizi, kardeşlik ve dostluğumuzu en sıcak şekilde hissedeceğimiz mübarek Kurban Bayramınızı tebrik eder, mutluluklar dilerim. Büyüklerimin ellerinden küçüklerimin gözlerinden öpüyorum...

16 Aralık 2007 Pazar

GECE VE KARANLIK

Gece ve Karanlık Nedir Benim İçin?

Canım arkadaşım Mutlu ve Umut'lum sormuş bana bu soruyu . Çok da iyi etmiş. Severek cevaplayacağım.
Ben geceleri severim. Kendimle başbaşa olmak, kendimi dinlemek çoğu zaman huzur verir bana. Sessizliği severim, çok fazla gürültüden hiç hoşlanmam. İşte o yüzden gecenin sessizliğine aşığım ben.
Karanlıktan pek hoşlanmam. Ama korkarmısın derseniz öyle bir karanlık fobim yok.Çok ışıkta başıma ağrı giriyor sanki. Loş ışıklardan hoşlanırım daha çok ben. Öyle çok ışıklı ortamlar beni sıkar. Sanırım çok romantik bir insan olduğumdan bilemiyorum. Odamdada mumlarım vardır benim, çoğu zaman hafif bir müzik eşliğinde yakarım mumlarımı... O mum ışıklarında, hafif müzikle elimde sıcacık kahvemle huzur buluyorum bazen.
Eğer moralim bozuksa yine aynı ortamı kendime yaratır sessizce gözyaşlarımla hesaplaşır, saatlerce düşünürüm. Birşeyler karalarım, içimdekileri dökerim kağıtlara gecenin sessizliğinde. Şiir yazmayı çok severim ben. İlham en fazla gecenin o sessizliğinde oluyor.

Geceleri sokağa çıkmayı sevmem pek. Karanlık sokaklarda tek başıma hayatta yürüyemem. Çok korkarım, sanki biri benim takip ediyor gibime gelir hep. Küçücük bir ses duysam dönüp dönüp arkama bakarım. O yüzden iş çıkışlarımda genelde kalabalık sokaklardan yürürüm. Çok geç bir saatse eğer babamı ararım gelir alır beni.

Küçükken bir huyum var dı ki sormayın. Muhakkak evde en önce ben uyumalıydım. Eğer herkes uyuduktan sonra yatağıma gidersem hayatta uyuyamazdım. Birde gözlerimi sımsıkı kapatırdım ve kesinlikle açmazdım, garipten sesler bile duysam:)

Evde tek kalmaya alışkınım ben. Yazın annemle babam yazlık eve giderler ben çalıştığım için hafta içleri evde hep yalnızım. Ancak hafta sonları yazlık eve gidebiliyordum. İlk zamanlar ürkerdim hep karanlık evde tek başıma, hatta uyurken yan odanın ışığını açık bırakır yatardım ama sonraları alıştım şimdi hiç ışık yakmadan uyuyorum geceleri.

Aslında benim yılar önce yaşadığım komik bir anım var karanlıkla ilgili. Sizlerle onu paylaşmak istiyorum... Çok güleceğinize eminim.

Sanırım üniversite 3. sınıftım. Tam net hatırlamıyorum. Annemle babam şehir dışındaki yazlık eve gitmişlerdi. Ben vizelerim olduğu için gitmemiş evde ders çalışıyordum. Çok kahve içerdim o zamanlar. Uykum kaçsın diye. Malum vize zamanı. Ders çalışmaya ara verdim gece saat 12 gibi. Ve uykumda yok, ne yapsam diye düşünürken aklıma yeni aldığım bir film geldi. 'Halka-1'...
Belki çoğunuz izlemiştir bu filmi bilemiyorum. Korku filmi izleyeceğim düşünsenize ve evde yalnızım. Korkmam canım niye korkayım. Neyse filmi gayet rahat bir şekilde DVD ye yerleştirdim. Ve başladım izlemeye. Birde ne yaptım derseniz evde tüm ışıklar kapattım sinema ortamı hazırladım göya. Nerden bilirim bu kadar çok korkacağımı:)

Filmin ortalarına doğru evdeki çoğu ışık açıldı bu arada:) Ben öyle bir odaklanmışım ki filme. Hem korkuyorum hem izliyorum. Müstahak sana valla diyorum kendi kendime. Oh olsun kork. Kapat şunu. Yokk nerde izlemeye devam. Filmin sonunda filmin karekterlerinden biri TV izlerken televizyonun içinde böyle iğrenç bir yaratık çıkıyor ve adamı öldürüyor...


O an sanki bizim TV'den çıkıyormuş gibi geldi bana. Neyse film bitti sonunda. Ve ben tam yerimden kalktım DVD'ye yöneldim CD'yi çıkartacağım elim havada ne oldu dersiniz... Elektrik kesildi:( Tabi ben evin içinde çığlık çığlık el lambası aradım. Herşeyi döke saça buldum. Ama siz bana sorun birde o an ki psikolojimi. Ve ne yaptım dersiniz elektrik gelene kadar elimde el lambası yatağımda oturmuş sürekli etrafa tuttum. Ve elektrik gelmedi sabaha kadar. Gün ışımaya başladı ki ben o zaman uyudum. Bu benim için komik bir o kadar da korkunç bir anı olarak kaldı. Bir daha asla evde tekken korku filmi izlememeye karar verdim. Ama sonra arlanmadım ve Halka-2 filminide aldım ama asla evde tek izlemedim:)

Çocukken de korku filmi izlerdim ben. Ablamla oturur izlerdik. Sonra o mışıl mışıl uyurdu ben uyuyamazdım. Korktuğumuda söylemezdim bir daha izletmez diye:) Çocukken en çok korktuğum film 'Elm Sokağı Kabusları' idi. Belki çoğunuz hatırlar bu filmi. Yani anlayacağınız bu korku filmi izleme huyum çocukluktan beri var. Hem korkarım hem izlerim:)

İşte benim gece ve karanlığım böyle. Şimdi de canım arkadaşlarımdan Hislerim ve Ben , Perili Köşk sizin geceniz ve karanlığınız nasıl?

13 Aralık 2007 Perşembe

BEYAZ MELEK

Arkadaşlar bugün 'Beyaz Melek' filmine gittim. Şu an başım çatlıyor inanın. Niye mi ağlamaktan. Çok ağladım. Hatta bir ara ağlamamak için kendimi öyle bir sıktım ki boğazımın ağrısına dayanamadım.
Salonda yanımda oturan kızda bir damla gözyaşı göremedim. Acaba dedim bende mi bir anormallik var. Çok mu sulu gözüm Tanrım dedim ( Kesinlikle sulu gözüm bu arada:)). Sonra farkettim ki salondaki herkesin elinde mendil hüngürt foşurt ağlıyorlar benim gibi.
Bazı insanlar gözyaşlarını dışa değil içine akıtır demek ki yanımda oturan kızda öyleydi.
Sinema çıkışı herkesin gözleri şipşiş:) Ellerinde büzüşmüş mendiller yorum yapıyorlar.
Filmi anlatmayacağım, çünkü aranızda izlemeyenler olabilir. Yorum da yapmayım etkimde kalmayın. Ama tek diyebileceğim maalesef Türkiye'de olan acı gerçeği anlatmış bu film.
En yakın zamanda mutlaka izleyin arkadaşlar. Ama kağıt mendillerinizi unutmayın...

12 Aralık 2007 Çarşamba

ELİM SİZDE

Sevgili Renklerciğimin elleri bendeymiş. Hemen harekete geçeyim dedim. Acilen benimde birilerini ellememem gerek :) Başlayalım bakalım bu eller bize neler söyletecek...

BLOG YAZMAYA İLK DEFA NASIL BAŞLADIN? Blog yazmaya ablamın tavsiyesi üzerine başladım. Burda ayrı bir dünya olduğunu söylüyordu hep bana. Bende karar verdim ve şimdi çok memnunum. Bu yılın Ekim ayında başladım.İyi ki de gelmişim buralara, iyi ki de sizleri tanımışım. Çok mutluyum.

BLOG YAZILARININ KONUSUNUN BELLİ BİR ÇİZGİDE OLMASI İÇİN ÇABA GÖSTERİYORMUSUN? YOKSA İÇİNDEN GELDİĞİ GİBİ Mİ YAZIYORSUN?
İçimden ne geliyorsa sizlerle paylaşmak istiyorum ben. İlla şu konu olsun dediğim bir şey yok. Sizlerle herşeyimi paylaşmak mutluluk veriyor bana.

BLOG YAZMAK İÇİN GÜN İÇİNDE BAZI ŞEYLERDEN FERAGAT EDİYOR MUSUN?
Genelde öyle bir şey yapmıyorum. Vakit ayırmak hoşuma gidiyor. Vakit ayırıyorum da çoğu zaman.Ama çok işim varsa ve hastaysam yazamıyorum tabi.

BLOG YAZMAK SENİN İÇİN EĞLENCELİ BİR UĞRAŞKEN ŞİMDİ ARTAN BEKLEYİŞ YÜZÜNDEN ZORUNLU BİR HAL ALMAYA BAŞLADI MI?
Hiçbirşekilde zorunluluk değil. Zevkle yazıyorum ben herşeyi. Kim zorla yapar ki sizce. Benim için hep eğlenceli. Sizlerle birşeyler paylaşıp böyle güzel arkadaşlıklar kurmak çok hoş.

BLOG YAZMAYI DAHA NE KADAR SÜRDÜRECEKSİN ?Blog yazmayı bırakmaya pek niyetim yok. Hayat şartları ne getirir bilemem tabi. Ömrüm el verdikçe yazmayı sürdürmek istiyorum.

Bende elimi Mutlu ve Umutlu’ma, Hislerim ve Ben’e ve Perili Köşküme veriyorum

Uzattığım el çok mu korkunç gözüküyor acaba:) Öptüm hepinizi canlarım...

6 Aralık 2007 Perşembe

AYŞE ARMAN'DAN BİR YAZI...


Bir Kadının AŞKI (Ayşe Arman' dan bir yazı)

Bir kadının Aşkı...
Karımı 1998'in sonbaharında kaybettim... Yedi senelik evliliğimizin iki senesini kanser tedavisi için hastanelerde geçirmiştik. Karım, her evlilik yıldönümümüzde ikimizin fotoğrafını çerçeveler,"Bunlar bizim hayatımızın gölgeleri"derdi... Öldüğünde, yedi tane resmimiz vardı. 97'in bir gecesinde onu aldattım. Oysa ona sürekli onu ne kadar çok sevdiğimi ve sonsuza kadar sadık kalacağımı söylerdim. Ölmeden iki hafta önce yine aynı şeyi tekrarladım. Tuhaf bir gülümsemeyle baktı bana ve sadece: "Biliyorum" dedi. İzmir'e kar yağdığı gün, yani bir ay önce, evdeydim. Fotoğraflarımıza bakıyordum yine... Her çerçevenin altında bir harf olduğunu ilk kez o günfarkettim.

-A.

-R.

-K.

-A.

-S.

-I.

-N.

Gerisi için yılları yetmemişti. Ama sanırım "Arkasına bak"yazmaya filan niyetlenmişti. Hemen çerçevelerin arkasına baktım. Hiçbir şey yoktu.Sonra birşey dürttü beni, hepsini teker teker söktüm. İnanabiliyormusunuz,her birinin arkasından bir mektup çıktı!Geçirdiğimiz her sene için sevgi dolu sözler yazmıştı. 1997'deki resmimizin içinden çıkan zarf ise simsiyahtı.
Ve içinden şu sözler çıktı: "14 Mart 1997/Gözlerin bana başka birine dokunmuş gibi baktı/Söylemene gerek yok,biliyorum..." 2002'deyiz. Onu kaybedeli 4, aldatalı 5 yıl oluyor.İçim acıyor şimdi. Çünkü kadınlar biliyor, hissediyor... Seviyorum diyenin sevgisinden şüphe et, çünkü; aşk sessiz, sevgi dilsizdir...

****************************

Canlarım bu yazı bana maille gelmiş. Sizlerle paylaşmak istedim. İçim acıdı okurken. Siz o kadının yerinde olsanız aynı şeyi yapabilirmiydiniz?

3 Aralık 2007 Pazartesi

BİR PAZAR GÜNÜ....



Merhaba Arkadaşlarım, bir pazar sabahına karşımda deniz manzarası ile uyandım. Ve hemen sizler için birkaç resim çektim. Nasıl manzara ama... Nereye mi gittim? Şehir dışında oturan canım ablama gittim cumartesi akşamı. Pazar günü tatlı yegenim sabah 7:30 da evdeki herkesi uyandırdı. Yatağıma geldi, bayağı bir boğuştuk yatakta. Çok fazla gıdıklanır benim yegenim (Teyzesine çekmiş). Onu gıdıklaya gıdıklaya, mıncıkladım:) Yedim bitirdim. Sonra diğer yegenim de uyandı. Daha doğrusu ben uyandırdım. O kadar ses oldu evde ama o horul horul uyumaya devam. Tabi ben dururmuyum. Gittim yatağına ve gıdıklayarak uyandırdım onuda:)

Sonra ablam ve eniştem bana mükemmel ötesi bir kahvaltı ziyafeti çektiler. Sofra düzeni ve omlet eniştemin elinden çıktı. Diğerlerini ise ablam hazırladı. Resimden de anlaşılıyordur sanırım sofranın mükemmelliği. O kadar yedim ki patlamak üzereydim.


Tabi her mükemmel şeyin bir bedeli vardır. Bedeli nedir dersiniz. BULAŞIKLAR:)

Neyse ablamla hemencecik hallettik ve mutfağımız tertemiz oldu... Sonra biraz daha keyif yaptık yegenlerim, ablam ve eniştemle.


Daha sonra yazlık eve geçtik. Bu seferde babam bize bir ziyafet hazırlamıştı. O kadar şişmiştim ki sabah ki kahvaltıda, nasıl akşama yemek yiyeceğimi bilmiyordum:) Ama çok nefisti herşey. Öyle gözüküyor dimi:) Tabi afiyetle yedim bende. Ama sanırım ertesi güne hiçbirşey yemeyecektim.

Ve ertesi gün pek birşey yiyemedim düşündüğünüz gibi. Şimdi diyorsunuz ki bu kadar yemeğin üstüne bir de yeseydin:)

ve Pazartesi öğleden sonra evime döndüm. Yine sizlerleyim. Ama hala hastayım arkadaşlar. Biraz hafifledi ama bu öksürük beni mahvediyor.


Bir hafta sonuda böylece bitti işte. Hepinizi çok öptüm...

30 Kasım 2007 Cuma

İLK KEZ SOBELENDİM:)

Ben ilk defa sobelendim valla. Periciğim canım benim iyi ki de sobeledin beni. İnsan ne yazacağını şaşırıyor ama :) Başlayalım bakalım :)

Ben küçükken: Sarı saçlı, bukle bukle saçları olan, yeşil gözlü şirin mi şirin bir çocuktum:) Çok akıllıymışım, annem hep öyle söyler. Kendi kendime uyurmuşum, böyle kendi kendime oyunlar oynarmışım. Hiç zararım yokmuş yani. O kadar kibarmışım ki. Bazen abartırmışım sanırım :). Annem anlatırken hep güler. Gelen misafirler hep konuştururmuş beni. Çok hoşlarına gidermiş.

Birde annemle misafirliğe gittiğimde hep oyun havası çalıp oynatıyorlardı beni. Çok iyi hatırlıyorum. Ben de dünden hevesli bir döktürürmüşüm ki sormayın yani. Ama şimdi hiç sevmem oynamayı.

Ama çocukken ki en kötü huyumu hiç sormayın. Ağladığım an kusardım :) Annem ablama sakın ağlatma diye tembihlerdi.

Ablamla evde yalnız olduğumuzda teybe kaset yerleştirir sesimizi çekerdik.En büyük zevkimiz buydu. Şarkılar söylerdik, konuşurduk. Annemin çoğu dinlediği kasetleri öyle bozmuş, üzerine sesimizi çekmişizdir:) Bazen gizlice annemin sesini çekerdik. Hala o kasetler duruyor. Dinler dinler güleriz hep.

Cumartesi günleri tv de cumartesiden cumartesiye diye bir çocuk programı vardı. Oturdum tv başına o bitmeden kesinlikle kalkmazdım. Susam sokağını, clamentin çizgi filmini izlerdim. Akşamları yatmadan Adile Naşit’in Uykudan Önce diye bir programı vardı. Her akşam çocuklara iyi geceler der isimler sayardı. Her akşam benim ismimi de saysın diye beklerdim. Çok güzel günlerdi çok:)

Aslında Ben:
Çok duygusal, çok romantik, biraz sulu gözlü ( Öyle söylerler) biriyim. Biri karşımda ağladığı an bende ağlarım elimde değil ne yapayım. Ama sanırım biraz içine kapanık, çok hırslı, çok düşünceli (Ama bu bazen sorun yaşamama sebep oluyor) ve biraz kaderci biriyim.

İlk Kopyamı ne zaman Çektim: Aslında ilk olarak hatırladığım lise 1. sınıftayken coğrafya dersinde çektiğim kopyaydı. Hocamız müdürün eşiydi. Ben de sözel derslerden pek hoşlanmazdım. Hoca masasından pek kalkmazdı yazılıda. Ama gözüyle yer bitirirdi.
Kitabı sıranın altına açmıştım. Ama beni görseniz pancar gibiyim. Yazdım tüm bölgelerde ki dağları falan filan. Tam yazarken hoca kalkmasın mı yerinden, aman Allah’ım. Ne yapacağım! O kitabı kapatışımı görmeniz lazım, panik içinde. Kalbim gümbür gümbür tabi. Sonra öğretmen tekrar oturdu yerine sanırım ben yazdım bir sürü şey. 100 almıştım o yazılıdan :) Ama ben hemen anlıyorum kopye çeken öğrencilerimi. Gözüyle öğretmenim kopye çekiyorum gel beni yakal diyor bazıları sanki:)

En Saçma Huyum: Ben çok titiz biriyim. Sanırım bazen abartıyorum. Evi siliyorsam kesinlikle sildiğim odanın kapısını kapatırım (Kimse girmesin diye:)). Ve sildiğim yere bastırtmam. Yani ev silme bitmeden kimse yerinden kalkamaz:):) Kötü bir huy ama ne yapayım işte :)

Cep Telefonum:
Şu an iki telefon kullanıyorum. Biri Nokia diğeri siemens. Niye iki telefon derseniz. Biri Avea öğretmen hattım, diğeri Turkcell hattım. Tak çıkart zor oluyor. Öyle çok ahım şahım değil telefonlarım. Biri milattan önce zaten, biride 3 yıl falan olmak üzere. İşimi görüyor yaa önemli değil. İlk telefonumu 1999 yılında almıştım. Kocaman bir şey di. Arkadaşlarım dalga geçerdi bazen:) Yine siemens markaydı, sanırım S1088 falan gibi bir şeydi.

Aşk Bence:
Aşk çok güzel bir şey. Tarif edemem ama insanın içi kıpır kıpır oluyor onunla karşılaşınca, böyle yemeden içmeden kesiliyorsun falan. Sevgi ve aşk birbirinden çok farklı bir şey. Kesinlikle karıştırılmamalı bence. Ben 1 kez aşık oldum. Oda ilkokulu bitirdiğim yazdı. Komşumuzun oğluna aşık olmuştum. İlk aşk unutulmaz derler yaa öyle bir şeydi. Şimdi aşık olduğum biri yok. Olursa bir gün umarım doğru insan olur…

En Sevdiğim Bloglar: Sevdiğim tüm bloglar sayfamda var canlarım. En çok takip ettiklerimde kendilerini biliyorlar aslında:) Canım arkadaşlarım sizleri çok seviyorum …

Şimdi sobeleme sırası bende…

Mutlu ve Umutlu
Berfince

ve
Hayatın Renkleri
sobelendiniz.

Size kolay gelsin canlarım:)

**************
Canlarım ben hafta sonu için şehir dışına çıkıyorum. Pazartesi burdayım ama. Yepyeni konularımla:) Belki de hafta sonu yaptıklarımı yazarım sizlere. Yorumlarınıza olurda cevap veremezsem diye söyleyim dedim. Yorumlarınızı bekliyorum ama. Öptüm hepinizi…

29 Kasım 2007 Perşembe

ÇOK HASTAYIM...

Çok hastayım arkadaşlar. Nefes alamıyorum yaa :( Şu grip iğrenç bir şey. Kaç gündür boğazım hafif hafif ağrıyordu. Hasta olacaksın bak diye sinyal veriyordu sanki bana. Bende umursamadım o sinyali. ( Niye umursamadıysam, böyle hasta ol işte sana ceza. Öyle ıslak saçla da dışarı çık olacağı bu işte) ... Sabah uyandım hafif hafif burnum tıkanmaya başladı.
Ve akşam olunca ben fena oldum. Şimdi tam tıkandı. Midem de bulanıyor üstelik. Bir şey yiyemiyorum. Ama yemem gerek ilaç içmem gerek çünkü. Geçen hafta ders anlattığım öğrencilerim hep gripti. Sanırım onlardan bulaştı. Evde de yalnızım üstelik... Yaaaa kendimi çok yalnız hissediyorum ben…

Sağ olsun annem sabah çorbamı yaptı ama içemiyorum ki. Midem fena bulanıyor. İnsan hastayken nasıl da ilgi bekliyor dimi. Gerçi kim ilgiyi sevmez ki.
Sabah doktora gitmem gerek sanırım. Off yaa yine bir sürü ilaç içmek zorunda kalacağım.

Kocaman bir ilaç poşetiyle eve döneceğim. Sonra hangisi tok karnınaydı, hangisi sabahtı falan filan. Umarım yarın iyi olurum arkadaşlar… Şimdi biraz meyve tüketeyim, sanırım yemek yiyemeyeceğim.


Aman kendinize dikkat edin arkadaşlar, grip çok salgın şu aralar…

27 Kasım 2007 Salı

KAHVE TANELERİ...


KAHVE TANELERİ GİBİ OLABİLECEĞİNİZ BİR EŞ....

Bir baba, evlenmek üzere olan oğluna tavsiyelerde bulunuyormuş.
"Son tavsiyemi mutfakta anlatmak istiyorum" demiş.
Mutfağı ve yemek yapmayı bilmeyen delikanlı
"Olur" demiş çekine çekine.
Baba, ocağa aynı büyüklükte üç kap koymuş, hepsini
suyla doldurup üçünün de altını yakmış.
"Şimdi, istediğim her şeyden iki tane vereceksin
bana" demiş oğluna.
Sırasıyla havuç, yumurta ve kavrulmamış kahve
çekirdeği istemiş...






Oğlu hepsinden ikişer tane vermiş babasına.
Adam iki havucu birinci kaba, iki yumurtayı ikinci kaba ve iki
kavrulmamış kahve çekirdeğini üçüncü kaba
koymuş.
Her üçünü de yirmi dakika süreyle kaynatmış.
Daha sonra kapları indirip yemek masasına buyur etmiş
oğlunu.
Yemek masasında üç tabak duruyormuş.
Kaplarda kaynayan havuçları, yumurtaları ve kahve
çekirdeklerini büyük bir özenle tabaklara yerleştirmiş.
Sonra oğluna dönüp sormuş: "Ne görüyorsun?"
Oğlu düşünürken açıklamaya
başlamış."Havuçlar haşlandıkça
aslını kaybedip yumuşamış.
Yumurtalar görünüşte baştaki gibi sert duruyorlar ama
içleri katılaşmış.
Kahve taneleri ise olduğu gibi duruyor, başta neyseler
sonunda da öyleler.. "
Sonra asıl tavsiyesine sıra gelmiş: "Evlilikte
aşk ve şefkat birlikte olmalıdır.
Aşksız bir evlilikte her iki eş de şu
gördüğün havuçlar gibi birbirlerini tüketirler, eskitirler,
pörsütürler.
Şefkatsiz bir evlilikte ise eşler birbirlerine ne kadar
tahammül etseler de, şu gördüğün yumurtalar gibi içten içe
katılaşırlar, birbirlerinden uzaklaşırlar.
Aşkın da şefkatin de olduğu bir evlilikte ise,
şartlar ne olursa olsun, eşler tıpkı şu
kahve taneleri gibi, birbirlerinin yanında kalırlar, kendi
kişiliklerini yitirmezler.
Kahve tanelerinin tekrar kaynatılmaya hazır olmaları
gibi, onlar da birbirleriyle baş başa uzun yıllar
geçirmeye isteklidirler.
Oğlu aldığı bu dersten tatmin olmuşa
benziyordu.
"Asıl ders bu değil!" dedi baba.
Oğlunun elinden tuttu, ocağın üzerinde
bıraktığı kapların içinde kalan suları
gösterdi.
"Havuçlardan ve yumurtalardan arta kalan suya bak... İkisinde
de bir tat yok "
Kahve çekirdeklerini çıkardığı kaptaki suyu
yavaşça bir fincana boşalttı.
Mis gibi taze kahve kokuyordu. Fincanı oğluna uzattı.
"İçmek istersin herhalde" dedi.
Oğlu kahvesini yudumlarken konuşmasını sürdürdü.
"Kahve çekirdekleri gibi birbirlerini tüketmeyen eşlerin
paylaştığı yuva da işte böyle olur. Mis
gibi, temiz ve huzur verici.
Başka herkesin fincanına koyup yudumlayacağı
taze kahve gibi...
Çünkü onlar birbirlerini harcamayarak, birbirlerine aşkla ve
şefkatle davranarak hayata kendi tatlarını,
kokularını ve renklerini katmayı
başarırlar."
Kahve taneleri gibi olabileceğiniz bir eşle yaşam geçirmeniz dileğiyle...


******************


Ne kadar güzel bir hikaye değil mi arkadaşlar... Allah herkese böyle bir eş, böyle sıcak, huzurlu bir yuva versin...

24 Kasım 2007 Cumartesi

ÖĞRETMENLER GÜNÜ...

Yüce önderimiz Cumhuriyet'imizi gençlerimize, gençlerimizi de değerli öğretmenlerimize emanet etti. Onun bu emanetine sahip çıkan tüm öğretmenlerimizin Öğretmenler Günü'nü kutluyor, önlerinde saygı ile eğiliyoruz...

İnternette gezinirken öğretmenlerle ilgili iki şey buldum. Biri beni çok duygulandırdı, çok ağladım... Diğeri ise güldürdü doğrusu...

Önce beni çok duygulandıran bir şiiri sizinle paylaşmak istiyorum... Çok Duygulandım Ben yaa... Sizde izleyin bakalım neler hissedeceksiniz???

http://www.youtube.com/watch?v=-ohuCSBmwcU

Şimdi biraz gülelim bakalım. Bir yazı buldum. Ben de bir öğretmen olduğum için çok güldüm doğrusu. Yazılanların çoğu doğru. Ama ne yapalım canım, kolay mı öğrencilerle baş etmek. Hele ki bu zamanın çocukları çok fenalar doğrusu. Bizim zamanımız da böylemiydi ya. Öğretmenden korkardık bizler. Şimdikiler fena olmuş. Özellikle dershane ortamı öyle. Ben bizzat yaşadım o ortamı yani. Darısı devlete atanmama. Aminnnn:) Şimdi sizler okuyun bakalım bu yazıyı, yorumlarınız neler olacak???

********************************

Öğretmenlerin Sözleriymiş Bunlar :-)

Bunu sınavda sorarım...

Ben bunları zaten biliyorum!

Buna benzer sorular üniversitede sık sık çıkar.Bir insan söyleneni birdefa da anlar yani....

Arka taraf konusmayı kesin!

N'oluyor orda!!

Bunun hesabını sınavda sorarım

Burayı dikkatli dinleyin.

Bir çok öğrenci burda hata yapar!

Konuşmak isteyen dışarı çıksın! Kapı açık...

Sizi zorla getirmiyolar buraya!! İstemiyorsan gelme!

Kimler ödevi yapmadı. Ödevleri yapmadan gelmeyin...

Bizim zamanımızda velilerimiz eti senin kemiği benim derlerdi!

(Sınavda ) Kimse kimseye bakmasın.

(Sınavda ) Şu andan itibaren herkes birbiriyle küs!

(Sınavda ) Kopya çekeni yakarım...


(Sınavda ) Oğlum/Kızım bir daha görmeyim.


(Sınavda ) Oğlum/Kızım kağıdını ver. Beni aptal yerine koymayın. Ben öğrenciyken hiç kopya çekmezdim.


(Bir Soru Çözerken ) Oğlum/Kızım kaç defa söylicem orası öyle değil!!!

(Tahtada Bir Soru Çözerken ) Yanlış otur yerine!

Bu konuya fazla girmeyelim ileride göreceksiniz.

Sınava iyi çalışın.

(Nöbetçi Öğretmenler ) Oğlum/Kızım hadi sınıfınıza geçin ziliniz çaldı.

(Derse Geç Kalınca ) ilk zil öğrenciler içindir ikinciside bizim için! Git Müdür yardımcısından izin kağıdı al! Çık dışarı!!

Siz evinizde de mi böylesiniz.

Tahtayı silinnnn.

Neden çalışmadınız.

(Her Hangi Bir Öğrenciye ) Dersleri serdin. Artık hiç çalışmıyorsun.

Kafana tebeşiri yersin bak...


Yerdeki pislikleri hemen temizleyin.

O cep telefonu hemen buraya gelsin.

Derste birşeyler yemek yasak kaç kere söleyeceğim.

Tenefüse çıkmıyorsunuz.

Hepinizi bırakacağım.

Eğer doğru düzgün not tutup terbiyeli olursanız hepiniz geçersiniz.

Oğlum kahvedemi oturuyorsun doğru otur.

Uyuyun siz uyuyun hepsi sınavda çıkıcak.

Not tutmayanları ben bir not alayım.

Oğlum.... Velin yarın gelecek...

Kitabı defteri olmayanlar hemen çıksın...

****************************************

21 Kasım 2007 Çarşamba

KİTAP TUTKUM...


Bu hafta yeni bir kitap aldım ve okumaya başladım. Canan Tan adlı yazarımızın 'Eroinle Dans' kitabı. Güzel bir kitaba benziyor ama bakalım.

Kitabın özetini size şöyle aktarayım canlarım...

‘Eroinle Dans’ta çok farklı yapılardaki ailelerden gelmiş Dünya ve Eylül adlı iki genç kızın üniversitede başlayan arkadaşlıkları ve uyuşturucu bağımlılığına adım adım yolculuklarının öyküsüne yer verilmiş.


Geçtiğimiz yaz Canan Tan adlı yazarımızın iki kitabını daha okudum. 'Piraye' ve 'Yüreğim Seni Çok Sevdi'.

Özellikle Pirayeyi çok beğendim doğrusu. İnanın tatilde kalın kitapların birini 3 günde bitiriyordum. Bakalım bu kitabı ne kadar sürede okuyacağım.




Kitap okumayı o kadar çok seviyorum ki. Beni başka dünyalara götürüyor sanki. Elimden bırakamıyorum başladığım zaman. Film gibi karekterleri izliyorum sanki. Ama şu sıralar KPSS sınavlarına hazırlandığım için genelde gece yatağıma girdiğimde okuyorum kitabımı. Daha rahat uyuyorum sanki öyle.

Ablamla birlikte alışverişe çıktığımızda bir kitapçı gördüğümüzde ikimiz birbirimize bakıp gülüyoruz ve soluğu kitapçıda alıyoruz. Özellikle alışveriş merkezlerinde bizim en çok girdiğimiz mağazalar kitapçılar ve takıcılardır:)

Benim canım ablamda çok sever okumayı. Sürekli kitap değiş dokuşu yaparız beraber. Belki de onu örnek alarak büyüdüğüm için böyle bir alışkanlığım var.


Bu kitabı bitirince sizlerle tüm yorumlarımı paylaşacağım. Sizlerden de bana tavsiye edebileceğiniz kitaplar bekliyorum...